28 Mar
28Mar

Karga İncil'de ‘kirli’ olarak anılır. Karga ceza, büyü, ölüm ve lanetlerle de ilgilidir. Yaratılış mitolojilerinde de kargaları görmek mümkündür, bir karga doğuya diğer karga batıya gider. Aynı zamanda karga problem çözme becerisi ile kuşlar aleminde hatrı sayılır bir ünvana sahiptir, diğer bir tabirle darbeleri bazen ölümcül olsa da zeki bir kuştur. O asla insanlara çok yaklaşmaz her zaman belirli bir mesafe bırakır arada.

Bize sorulacak olursa, kargalara bayılıyorum çok sıcak hayvanlar diyen çıkmaz sanırım aramızda. Soğuk, mesafeli, bazen tehlikeli, sanki kara haberci, kötü şeyler olacak hissiyle tanımlayabiliriz bir karganın bizde çağrıştırdıklarını. Tıpkı Biz Kimden Kaçıyorduk Anne dizisindeki Anne gibi. Buzlar kraliçesi olarak tanımladığı annesi tarafından soğuk, mesafeli ve cezalandırıcı bir iklimde büyüyen bir çocuk, anne olduğunda kendi annesi gibi olmaktan kaçabilir miyidi?

Dizi boyunca kimden kaçıyorlar diye sorgulatıyor ya hep bize, ben söyleyeyim biz kadınlar en çok annemiz gibi olmaktan kaçarız. Ve günün sonunda onun kucağına düşer, onun kaderini tekrar ederken buluruz kendimizi. Bana göre dizinin en çarpıcı yeri bu, annesinden ve onun hayaletinden kaçan bir kızın, anne olduğunda annesi gibi olmaktan kaçarken annesi gibi olması.

İsimleri bile olmayan iki karakterin uzun soluklu kaçışı bizi de bir uçtan diğer uca sürüklüyor. Onların isimleri bile yok, çünkü onlar bir arketip aslında. Hepimizin hikayesindeki anne kızı oynuyorlar. Hangimizin duyguları annemiz tarafından anlaşıldı ki? Bir karganın hışmına uğrayan bir çocuk eve geldiğinde yaralarına dokunmayan, aksine onu cezalandıran bir anne ile karşılaşınca içimiz cız ediyorsa, bu bizim de çocukluğumuzda bir yere değiyordur.

Çok travmatik bir öyküden geçiyoruz dizi boyunca, Anne ile birlikte. Anne ve babası tarafından sevilmeden, kapsanmadan, okşanmadan büyütülen bir kıza ilk kez aşık olduğu genç dokunduğunda, ondan aldığı bir parçayı kendi bölünmüşlüğünü bütünlemek için içinde büyütüyor. Ve ‘ilk günahı’nın ardından günahlarının ardı arkası kesilmiyor Anne’nin. Sırtında taşıdığı suçluluk duygusuna, korkular, yargılar ve kurguladığı senaryolarla kılıflar örerek, ‘sen bana ait’sin dediği kızı ile iç içe geçmiş bir ilişki içinde hayatını oradan oraya kaçarak sürdürüyor.

Kızını adeta bir uzvu olarak gören anne asla ondan ayrılamıyor ve ona kendi masallarını anlatıyor. Kendi annesine duyduğu kesif öfkeyi, başkalarına yansıtarak adeta annesinin kendisine yaptıklarının intikamını bir korku senaryosunun içersinde dağıttığı rollerdeki insanlardan alıyor. Biz iyiyiz, onlar düşman, biz beyazız onlar siyah… Dizide yoğun olarak gördüğümüz bu ikili bölme aslında Anne’nin ikiye bölünmüşlüğünü harika yansıtıyor. Bu nedenle o hep siyah giyiyor, annesi beyaz. Bölme 0-2 yaştaki ruhsal gelişimimizin bir parçası, biz anneyi iyi ve kötü anne olarak böleriz. 2 yaşa kadar annemiz bizi bütünleyemezse adeta bölünmüş bir beyinle yaşarız. Bizim için dünyada siyahlar ve beyazlar vardır. Dışımız kara olsa da beyazı kendimize alır siyahı başkasına atarız. O beyazı hep orada tutmak için çocuğumuza yapışırız. Onun bizi koşulsuz sevme ihtimali bizim için dünyalara bedeldir. Bir çocuk anneye muhtaçtır ve anne bundan haz alır. 

Bir çocuk en çok annesini sever ve anne kendi sevilmemiş çocukluğunu ondan aldığı sevgiyle tamir eder. Çocuğuyla doyar. Böyle bir anne dizideki Anne. Aşırı korumacı, gerektiğinde kızı için adam öldüren ama günün sonunda yine onu kötülükten koruyamayan bir anne. Kızı ilk travmatik deneyiminden sonra ‘annem ne kadar çabalasa da oldu işte, artık benim de yastığımın içinde batan bir şey var’ diyor. Anne her zaman, kızının kurtarıcısı, aynı yatakta uyuduğu için partneri, maddi kaynak, arkadaş, en iyi dost, yani her şeyi… Bir anne, çocuğun her şeyi olduğunda başlar esas tehlike. O çocuk 40 yaşına da gelse ondan ayrışamaz ve asla bireyleşmez. 

Annelerimiz sürekli bize kendi masallarını anlatırlar, kendi korkularını yüklerler, kendi kaderlerinden pay biçerek bize, özgür olmadığımızı gösterirler. En ufak bir ezber bozmaya gitsek, kendi ördükleri duvarların dışına çıkacak olsak tedirgin olurlar, tıpkı Anne’nin olduğu gibi. Masalları ezberlemiş ve ezberden anlatan kızının büyüğünü görmek ona acı verir. O hep kendi dramını yaşadığı yaşa hapseder kızını. Çünkü kızı, aslında kendi çocukluğudur ve o hep orada o yaşta olmalıdır. Çocuk olarak kalmalıdır, kadın olmamalıdır. Kadın olmak kötüdür, güzel ve çekici olmak da…

Masallarına masallar ekler Anne, ‘gürültücü güzel kızları meterelerce öteden farkederler, sen öyle olma koy başını dizime ve uyu’. Güzel ve dikkat çekici olmak bu topraklardaki kadınlar tarafından da korkutucu bir şey öyle değil mi? Sahi bu masalı ilk kim anlattı kadınlara? Dikkat çekmemek için süslenme, gülme, sırıtma, düzgün yürü, başını öne eğ, çok şık giyinme aman ha dikkat çekme. Bu korkuyu ataerkil sisteme geçildikten sonra kadınları baskılamak için uydurduklarına eminim. Ve bu masal, kötü kraliçe ve cadılarla yıllarca desteklendi. Annemizin karanlık yanını temsil eden masallardaki cadılar ve kötü kraliçeler aslında o pamuk prenseslerin de kendi gölge yanlarıydı. Hepimizin içinde bir kötü kraliçe yatar, çünkü o annemizin en karanlık parçasıdır.

Dışarıdaki kötü kraliçeler ve cadılardan dolayı kız çocuklarını fanusta tutmak her zaman sistemin işine gelir. Anne de kendi annesinden miras aldığı bu sistemin sürdürücüsü olarak, bir yüzük eşliğinde bu mirası kızına devreder. Kız, annesinin yarattığı fanusta ve uydurma dünyasında yaşarken, az da olsa küçük bir farkındalıkla ‘artık senin istediğin kadar küçük olamıyorum anne’ dediği yerde annesinin annesi olma rolünü üzerine almaya başlar.

Anne, tıpkı Lady Macbeth gibi elinin kirini yani suçluluk duygusunu sürekli elini yıkamaya çalışarak geçirmek için uğraşsa da geçmez. Ve her katilin uzunca bir kaçışın ardından yaptığı gibi ilk günahı işlediği yere geri döner. Tüm kötülüklerin başı olan annesi öldüğü için babasıyla karşı karşıyadır artık. Ve bu sahnede kızı ile tam bir miras devri gerçekleştirir. Spoiler vermemek için yazamıyorum ancak Anne, ‘biz ay birimiyiz’ deyip, ayın kadim bilgide temsil ettiği anne arketipini dillendirerek, kızını yıllarca içine almış kendisine benzetmiştir. ‘Bana bir an olsun benzemeni istemedim. Ben dünyanın en mutsuz geçmişinden geliyorum’ dese de, kendi annesini içinde yaşattığı gibi kızı da artık Anne’yi içinde yaşatacak ve kaçış ölünceye kadar devam edecektir.

Diziyi izlerken bir an olsun anne ve kızın yakalanmasını istediniz mi? Onlara öfke duyabildiniz mi? Duyamadanız değil mi? Çünkü hepimiz onlarla bağ kurduk. Tıpkı anne kızın otel otel gezerken uğradıkları otellerden birinde Kız’ın ilk kez annesinden başka biriyle bağ kurması gibi. Bu bile Anne'yi tedirgin etti, peki bizi neler tedirgin ediyor çocuklarımızla ilgili? Gerçekten yeterince bağımsızlar mı? Gerçekten onlardan ayrışabildik mi? Bir çocuğun, annesinin kurguladığı korkularla dolu evrende kara delikler tarafından yutulmadan var olması sizce mümkün mü? Anneleri tarafından yutulmuş ancak bunun hiç farkında olmayan milyonlarca hatta milyarlaca kişiyiz şu dünyada. Ama  annelerimiz bizim, biz de çocuklarımızın iyiliğini düşünüyoruz öyle değil mi? Her şey onları kurtarmak için, her şey onların iyiliği için…

Çocuklar üzerinden kendi çocukluğumuzu tamir etmeyi bıraktığımızda bizim de kaçışımız son bulacak. Hepimiz kaçıyoruz, geriye dönüp bakmaktan, kara karga annemizden ve onun kaderinden… Hepimiz günün sonunda bir şeyleri öldürüyoruz. Sezen’in dediği gibi masum değiliz hiç birimiz.

Diziyi izleyin, eğer kendi karanlık yanınızı görmeye hazırsanız…

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.