30 Mar
30Mar

Bundan iki yıl önce Mark Wolyyn’den uzun süren bir eğitim almıştım ve orada insanların kişilik örgütlenmelerinin değil hangi ebeveynin çocuğu olduğunun daha önemli olduğunu söylemişti ; annesinin kızı, babasının kızı, annesinin oğlu, babasının oğlu.

Ben size bugün anasının oğullarını anlatacağım, Aile dizisinin arka planında. Ama önce bir anne neden bir çocuğunu iterken, diğer çocuğa daha fazla yatırım yapar, sever, kollar, korur onu anlatmam gerekiyor. Çünkü bu dizide sadece Aslan yok, Cihan da var.

Bir bebek dünyaya geldiği andan itibaren adına bölme dediğimiz bir savunma mekanizması ile 2-3 yaşlarına kadar hayatını sürdürür. Bu bölme, besleyen, şefkat gösteren, zamanında yanında olan, sevgi gösteren anneyi iyi, memeyi geciktiren, suratını buruşturan, sevgisini gösteremeyen, başka şeyleri (iş, ev işi, başka kardeşler vs) ona tercih eden anneyi kötü anne olarak böler. Anne bu 3 yıl içerisinde davranışı her ne olursa olsun tutarlı bir şekilde ilerlerse, dengesiz duygu durumlar nedeni ile bakım vermeyi sağlıksızlaştırmazsa, günün sonnda bebek anneyi zihninde bütünler. 

Benim annemin kötü tarafları olduğu gibi iyi tarafları da var der. Bu ileride, onu biri kendisine bir yanlış yaptığında onu tamamiyle yerin dibine sokmaktan, kötülemekten alıkoyar. Bölme mekanizması yoğun olanlar böyledir, siz o kadar iyilik yapın ama bir gün kötü bir şey olsun, siz dünyanın en aşağılık varlığı olursunuz. Hemen kötü tarafa geçer, çünkü kötü kendiliği aktif olur. İçe aldığı kötü anne kötü kendiliğe dönüşmüştür zira.

Bu bebek bir kız çocuğu olsun ve annesinden duygu alamamış, duygusal aynalama yaşamamış, kendini değersiz hissetmiş, dengesiz davranışlara maruz kalmış olsun. Diyelim ki babayı da anneye tercih etmiş olsun, onu daha çok sevsin. Büyüyünce içine aldığı bütünleyemediği iyi ve kötü, karanlık ve aydınlık, siyah ve beyaz tarafı hep orada kalmış olsun. İhtiyacı olan aynalamayı babası yapmış olsun. Babayla olan özdeşimi, kendi içinde hissettiği ama kapattığı o yoğun, kesif, karanlık, değersiz tarafını bastırmış olsun. Diğer bir ihtimalle bunu babadan da görmemiş olsun hepten kötü kendiliği karanlık bir kuyuya atmış olsun.

Bu kız çocuğu anne olduğunda, diyelim ki iki çocuğu olsun. Biri Cihan biri Aslan olsun. Bu anne içinde bastırdığı görmek istemediği kötü kendiliğini yani kötü anneyi Cihana atar, o kaybedenler kulübünün en iyi üyesi Cihan, o bundan olmadı, bu da böyle oldu ne yapalım denilen çocuk. Kötü parçanın atıldığı çocuk bu nedenle böyledir. Annesinin kötü parçasını içeri alır ve ömür boyu o rolü oynar ta ki bir gün uyanana kadar.

Bu anne, iyi parçasını, iyi kendiliğini ise Aslan’a atar. Gözde çocuk, en sevilen, ruhumun yarısı, göz bebeğim, dediği çocuk. Böylelikle kendi iyi olarak gördüğü parçasının yansımasını Aslan’da görerek ona aşık olur, ona yatırım yapar. Narkissos’u düşünün, sudaki kendi yansımasına aşık olur değil mi? Aslında bu onun lanetidir. Narsist bir anne olarak gördüğümüz Hülya, aslında içinde gizlenmiş ağır bir borderline kişilik örgütlenmesi taşımaktadır. Kendi içindeki bölünmüşlük lanetini çocuklarına bulaştırır böyelikle.

Sevilmeyen çocuk (Cihan) her zaman annenin kendi içindeki kötü parçasıdır. Ya da baba sevmiyorsa babanın kendi içindeki kötü parçasıdır ve o parçayı temsil eden ebeveynin bir yansımasıdır. Dönelim diziye.

Tüm maddi manevi yatırımını Aslan’a yapan ve onu kocasının tahtına geçiren Hülya, elbette başka bir kadının aralarına girmesine izin vermeyecektir. Bu kadın kendisini kontrol edebileceği ve kendinden aşağı gördüğü biri olursa bir o zaman daha az sorun çıkarır, ama kendisinden daha cevval biri ise işte o zaman savaş başlar. Bu anneler çocuklarının güvenini kaybetmemek için orta yerde savaşmalar, arkadan dolanırlar. Tıpkı Hülya’nın Aslan’ı elinde tutmak için verdiği mücadele gibi. Bu anneler manipülasyona başvururlar, direk oğullarının karşısında yer almazlar. Zehirlerini yavaş yavaş zekice akıtırlar.Çok zeki ve çok güçlü annelerdir bunlar. En çok tekrarladıkları lafları da, ‘ben senin iyiliğini düşünüyorum’, 

Bu anneler bir kadının oğullarının kendilerinin tanıdığı kadar ya da daha fazla tanımasına izin vermezler. Çünkü onlar oğullarının beyinlerinin her kıvrımını bildiklerine inanırlar. Aslında ortada oğul diye de bir şey yoktur. Her imkanı sunup her konfor alanını sağladıkları oğulları aslında kendi çocukluklarıdır. Ve oğulları üzerinden kendilerini severler, oğullarının başarısından kendilerine pay çıkarırlar. Oğulları es kaza başarılı bir kadın seçsin ödleri kopar. Çünkü o zaman insanlar, oğul bir şey başardığında, aaa falancanın oğlu demezler, falancanın kocası helal olsun kadına derler. Ve bu annelerin en tahammül edemedikleri şey budur. O övgüyü onlar haketmelidir bir başka kadın değil.

Aile dizisini yarım yarım izledim, iki bölümün sadece bazı kısımları üzerinden seyrettim. Ve bu dizideki durumun 'annesinin oğulları' tabirine bire bir uyduğunu düşünüyorum. Bu oğullar her ne kadar annelerine karşı gibi dursalar da günün sonunda onların kucaklarına düşerler. Tarantula ağlarını örmüştür bir kere (bu arada örümcek rüyalarda anneyi temsil eder) asla kurtulamazlar. Anneye duydukları ihtiyacı elbete başka güçlü bir kadına da duyabilirler. Zira Aslan da Devin’e, ‘benim sana ihtiyacım var der.' İhtiyaç ve sevgi karıştırılır bu durumda. Çünkü o soğuk, mesafeli anne duyguysal ihtiyaçlarını karşılamamıştır çocuğun, sadece maddi ihtiyaçlarını görmüştür ve tabi duygusal yatırım dediğimiz şeyi aslında çocuğu üzerinden yine kendisine yapmıştır. Bu nedenle bu çocuklar hep yetersizlik duyguları ile ömür boyu mücadele etmek zorunda kalırlar.

Peki kardeşim, koskoca psikoloğun ne işi var bu ailede. Anasının oğulları, babasız kızlar seçerler. Babayla pek arası olmayan, yırtıcı, güçlü, karizmatik, eril enerjisi yüksek kızlar. Çünkü o sistemde de babanın yerine geçmek isterler, tıpkı kendi aile sistemlerinde babalarının yerine geçtikleri gibi. Anasının oğullarına aşık olan kızlar becerikli kızlardır, onlar da baba ararlar, ama duygu durumları değişkendir. Değişken olmasa bile, sağlıklı olsalar bile annesinin oğlu ile ilişkiye giren bir kadın tamamiyle başkalaşabilir ve dengesini kaybedebilir. Kendisini ondan çekemez de çünkü tutarsızlık, belirsizlik, yüksek duygular ve annesinin oğullarının en belirgin özleliği olan çekicilik, yakışıklılık, kadınlar tarafından beğenilme bir hırs oluşturur ; elde etme hırsı.

Ve anne, kendisine rakip görülen kızla bir savaşa tutuşur. Ama dediğim gibi bu savaş asla dürüstçe yapılmaz. Devin’in hali ne olacak bilmiyorum, umarım kendisini kurtarabilir, ne de olsa bir psikolog diyeceğim amma velakin öyle hayatlar var ki bizim alanda da, kelin ilacı yok…

Anasının oğullarını artık bu yazıdan sonra tanıyabilirsiniz sanırım. Size tavsiyem bu savaşa girmeyin, kaybeden siz olursunuz. Bırakın anne oğul, kaderin kendileri için ördüğü ağlarda takılı kalsınlar. Birbirlerini beslesinler ve birbirleri için hep 1 numara olmaya devam etsinler. Anne oğulun surlarını yıkmaya gerek yok, siz Fatih Sultan Mehmet değilsiniz kızlar. Surların dışında çok iyi adamlar da var.

 Ben diziyi izleyemiyorum, ihtiyaç duymadığım bir dizi ve defalarca benzerlerini izlediğimizi artık doyduğumuzu düşünüyorum. Sadece sevgili Kıvanç için bile izleyebileceğim bir dizi değil. Umarım onun da bu rolden sonra dengesi bozulmaz, endişeliyim…

 Olumlu bir şey de söyleyeyim hadi, tüm oyunlar inanılmaz başarılı. Benden bu kadar…

Sevgiyle kalın…

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.