21 Mar
21Mar

Annemin dilinde sürekli bir Nursema. Betül bir izle sen iyi analiz yaparsın dedi dedi durdu. Yahu anne ben iki saatimi bir diziye veremem desem de ı ıh, anlamıyor Nursema da Nursema. (Annemin adı da Sema :)

Artık bir gün dayanadım oturdum beraber izledik. Neymiş bu Nursema bir göreyim dedim. İzlediğim bölüm de zorla evlendirildiği bölümdü. Muhafazakar bir ailenin kızı, yine kendileri gibi muhafazakar bir ailenin oğlu ile uygun görüldükleri için evlendiriliyordu. Resime biraz daha uzak bakınca, seküler aile ve muhafazakar aile karşıtlığı da başka çiftler üzerinden gösteriliyordu. Neyse oraya geleceğim. 

Nursema’yı izlerken annemin neden bu kadar ısrarla dillendirdiğini anladım tabi. Bizler içimizdeki yaraların görselleşmiş hallerine takılır kalırız televizyonda. Annem de Nursema gibi, başka bir sevdiği olmasına rağmen zorla evlendirilmiş bir kadın. Elbette ki Nursema’da kendi gençliğini ve yarasını görecekti. O sahneler benim için de iç acıtıcı sahnelerdi açıkçası. Ben de annemi düşündüm, demek ki bu şekilde bu duygularla hatta daha acı bir şekilde evlendi dedim. Diziyi izlerken bir yandan da annemi izliyor tepkilerine bakıyordum. Dalmış gitmişti ekrana, kim bilir neler düşünüyordu.

Nursema’yı düşündüm uzunca saatler, onun üzerinden annemin gençliğini düşündüm. Annem 21 yıl boyunca babamdan şiddet görmesine rağmen, dedem bir gün bile babamı karşısına alıp oğlum sen ne yapıyorsun demedi. Bir gün anneme, canın yanıyor mu, iyi misin diye sormadı. Tam tersi görmezden geldiler, anneannem de dedemde… Sanki annem çok mutluymuş gibi bir de her yaz tatile yanlarına giderdik. Güler eğlenirdik, sanki hiç bir şey yokmuş gibi. Eve dönüşe yakın günler geldiğinde içime karanlık çökerdi, dönmek istemezdim. Yine ev yine kavga yine şiddet… Son günleri endişe içinde geçirir uyuyamazdım. Kimse sormazdı, kimseye anlatmazdık. Annemin boşanmasından korkuyorlardı, boşanıp başlarına kalmasından.

Kaderindir çekeceksin mesajları veriliyordu. Annem de çekiyordu, sanki hiç bir şey yokmuş sanki her şey olağanmış gibi. 21 yılın sonunda annem eziyete daha fazla dayanamayıp boşandığında, sadece kıyafetlerimizi alıp anneannemlere gittik. 1,5 yıl kısıtlanma içinde yaşadık. Çayıma fazla şeker atamadım, bir tabak daha fazla yiyemedim. İki öğün arası ekmek yemek yasaktı. Saçımı sobada kurutuyordum elektrik harcanmasın diye. Sinüzite o dönem yakalanmıştım. Öyle bir cimrilik ötesi dönemde yaşadık ki hala izleri vardır. 

O dönemde de kimse sormadı, mutlu musunuz, nasılsınız, iyi misiniz? Nihayet oradan da çıkıp kendimize başka bir şehirde hayat kurduğumuzda sıfırdan başladık her şeye. Neyse kendi hikayemden çıkayım, Nursema’ya ve içinde bulunduğu zihniyete döneyim. 

Elbette de ben de öyle bir çevrede büyüdüm, çok iyi biliyorum dinamikleri. Ancak o dinamikler sadece muhafazakar çevreye ait dinamikler değil. Toplumumuzun bütününe ait dinamikler. Boşanmış çocuklu bir kadın olduğu için kabul edilmeyen Gamze’nin dramatik öyküsünde de muhfazakar anlayışın küflenmiş düşüncelerinin izlerini görüyoruz. 

Evet ben de o aileler gibi aileler gördüm. Ancak dediğim gibi bizim genlerimizde var bu küflenmiş düşünceler. Sadece muhafazakar aileler değil, iki dizide de gösterdiği karşıt görüşten, yaşam tarzından olan aileler de adında modern dedikleri kendi geleneksel kalıpları içinde sıkışıp kaldılar. İsterseniz bu ülkede yaşayın, isterseniz bu ülke vatandaşı olarak başka bir ülkede yıllarınızı geçirin, DNA’mıza işlemiş o kodlar değişmiyor. Benim teyzem muhafazakar ve oğlunun sevdiği kadın boşanmış olduğu için istemedi. Oğlu gidip ailesine uygun biriyle evlendi ve 1 yıl sonra boşandı. Benim çok yakından tanıdığım süper hüper eğitimli, modern dediğim bir aile, aynı düşüncelerin esiri olarak oğullarına uygun görmedikleri boşanmış çocuklu bir kadının canına okudular, hem de iftira atarak. Kötülük, tek bir kesime ait değil. Her kesimin kötüsü var.

İş Nursemalara, Doğalara, Gamzelere, Ömerlere düşüyor. Gençler dizide de yine o geleneğin esiri oluyor ses çıkaramıyorlar. Bu dizilerin de yine bizi bataklığa sapladığı yer burası oluyor. Devrimci karakterler çıkaramıyor ve bize işte bu böyle buna razı ol deniliyor, bu derin derin bilinçaltımıza işliyor. Bir şey değişmiyor yani… Bizim gençler olarak, her kesimden eğitimli, bilinçli kişiler olarak artık bu sistemi kendi devrimci seçimlerimizle değiştirmemiz gerekiyor.

Bu mesele, din ve inançla da ilgili değil… Mesele gelenek… Bu nedenle burada Müslümanlık başka, Amerika’da başka, Endenozya’da başka yaşanıyor. Çünkü din dediğimiz şeyin üzerine kendi geleneğimizi koyuyoruz. Ve inanın gelenek inançtan daha ağır basıyor. Böyle olmasa, 4 çocuklu 40 yaşında bir kadınla evlenen peygamberi örnek alırdık. Hep Aişe ile evlenmesi ortalığa dökülüyor. Kimse de demiyor ki yahu 25 yaşında bir genç, 40 yaşında 4 çocuklu bir kadınla evlenmiş bir buraya bakın. Orada Arap geleneğine bir başkaldırı var. Ama görülmüyor.

İki yüzlülük, yani adına münafıklık dediğimiz şey bizim inancımızda kafir olmaktan beter öyle değil mi? Buraya bizim kültürümüzdeki iki yüzlülükleri yazmakla sığdıramam. Mesela oruç tutacağız değil mi, ama aynı zamanda küfür edeceğiz, öfkelenceğiz, oruç tutmayanlara kızacağız, yargılayacağız, dedikodumuzu yapacağız, kalp kıracağız... İbadeti, cennet ödülü, cehennem korkusuyla yapıyorsanız hiç yapmayın demişti lisedeki hocam. Ben 6 yıl İmam Hatip'de okudum, inanın o zamanlar çok daha başkaydı her şey. İbadet sizi ruhsal olarak yükseltmek için var, tekamül için var. Bunu yapamıyorsanız bırakın, kibirle, gururla, kendini üstün görmeyle yapmayın derdi hocalarımız. Dediğim gibi bu konu çok derin, yazmak istediğim çok şey var, belki ileride yazarım. 

Tekrar dizilere dönelim. Evet bu iki dizide bu durumu görüyoruz fakat yine tek taraftan görüyoruz. Seküler kesimin de derin iki yüzlülükleri var. Spirütel anlayışın arkasına saklanan inanılmaz çelişkili hayatlar da var… Aman adalet, insan hakları, hümanizm, aman kadın hakları diyenler bile kapı komşusuna yapıyorlar tüm yargıladıkları şeyleri. Bir çok şeyi görmezden geliyorlar. Bunu hepimiz yapıyoruz. Kol kırılır yen içinde kalır çünkü.

Mesela artık her kesimden mahallede, evli erkekler ya da kadınlarla birliktelik yaşamak normalleşti. Hatta iki evli insan birbiriyle birlikte oluyor ve bu çok normal. Buna alıştık. Alışmamalıydık ama oldu. Biz birbirimize parmak sallarken normalleştirdiğimiz ahlaki olmayan durumlara bakmalıyız.

En kötü şey, kötülüğün normalleşmesidir. Ve bu inanç meselesi değildir. Dizi yapımcılarına sözüm, hazır bu kadar izleniyorsunuz lütfen senaryodaki kahramanlarınıza geleneğe karşı duracak devrimci olaylar yazın. Belki bu sayede bizim de ruhlarımızı harekete geçirirsiniz, kim bilir…

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.